Kasım 30, 2018

CHOCO BANK





 


Bu ay bir diğer izlediğim mini dizi de Choco Bank. İsmi diziyi tamamen özetliyor ama ben yine de bahsedeceğim. 

İlk olarak bu internet dizisinin türü dram, komedi, romantik ve işletme olarak belirlenmiş. Toplam 6 bölümden oluşuyor ve bölümleri ortalama 14 dakika sürüyor. Eğer çok vaktiniz yoksa ama yine de bir dizi bitirmek istiyorsanız mini dizilere yönelin derim. Beklentinizi yüksek tutmazsanız pişman olacağınızı düşünmüyorum. Bu arada başroldeki erkek oyuncu Exo grubundanmış, bu grubu sevenler toplanın buraya.:D 







     Konusu



Eun Haeng (EXO-Kai) üniversiteden mezun olmasının üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen işsiz bir genç. Eun Haeng Korece'de banka anlamına geliyor ve dizide buna gönderme yapıyorlar. Sürekli iş aramakta olan Eun Haeng annesine karşı kendini çok mahcup hisseder ve iş bulduğuna güzel bir bankada çalıştığına dair yalan söyler. 


Ha Cho-Co ise küçüklüğünden beri yapmak istediği çikolatacılık mesleğini yapan ama günlerce dükkanına dükkan sahibinin dışında kimsenin uğramadığı, böyle giderse işini bırakmak zorunda kalacağını bilen ama asla pes etmeyen bir kızdır. 


Bir gün bu umutsuz ikilinin yolları çakışır ve Eun Haeng çikolata dükkanına gelen müşterilere finansal bilgi vermek üzere işe başlar. Bundan sonra dükkan müşterilerle dolup taşar ve ikisi de karlı çıkarlar. 




Bana kalırsa sanki bu dizi halkı finansal anlamda ve internet bankacılığı hakkında bilgilendirmek için yapılmış. Teknoloji ne kadar gelişmiş ya diyorsunuz izlerken.:D 

Çok beğenerek izlemedim ama izlenebilir bir dizi. Kızın kıskançlıkları beni sinir etse de çok kötü diyemeyeceğim. 10 üzerinden 4 verirdim.




RUBY RUBY LOVE



   Zaman zaman bir şeylere taktığımı biliyorsunuz. Geçen ay lise konulu dizi ve filmlere takmışken bu ay Kore mini dizilerine takmış bulunuyorum. Konu itibariyle geneli aynı olsa da, sonunu dizinin ilk iki dakikasında tahmin etsem de yine de izlemeyi seviyorum. 

  Uzun zamandır bu türde yapımlar izlemememden dolay son zamanlarda tatlı aşk hikayelerini izlemek istedim. Hem bölüm süreleri kısa olsun hem de bölüm sayıları kısa olsun diyerek girdiğim bir sitede bu dizi önerilmişti. Konusunu biraz okuduktan sonra belki severim diyerek başladım izlemeye ancak dizi ilk dakikalarda beni hiç çekmememiş olmasına rağmen başlamışken bitirmek istedim. Çünkü bir bölümü 12 dakika ve toplam beş bölümden oluşuyor. (Bir oturuşta dizi bitirmek isteyenler için bu mini diziler çok ideal kesinlikle.) Ve tüm bölümleri Youtube'da var, kolayca izleyebilirsiniz.



Ruby Ruby Love Konusu



  Dizinin türü romantik, komedi ve fantastik. 

  Ruby sosyal fobiye sahip bir kızdır bu nedenle insanlarla sadece konuşmak bile onun için dünyanın en zor şeyidir. Yandaki fotoğrafta Ruby'nin evine gelen kuryeyle dahi iletişim kuramadığı anı görüyorsunuz. Ama Ruby'nin çok büyük bir yeteneği vardır, o mücevher tasarımcısıdır, taşların anlamlarını eksiksiz bilir ve işini en iyi şekilde yapmaktadır. En yakın arkadaşı Won Suk, Ruby'yi ondan habersiz bir tasarım yarışmasına sokar ve yarışmayı Ruby kazanır. Ama bir sorun vardır ki bu Ruby'nin korkulu rüyasıdır. Ruby'nin tasarımını sunması gerekmektedir. Sosyofobiye sahip biri için sunum yapmak ne demek tahmin bile edemezsiniz. Tam bu sırada Ruby'ye yabancı bir adam sihirli bir yüzük verir. Bu yüzük takılan parmağın sahibini belirli bir süre içinde özgüven sahibi yapar. Peki ya bunun süresi ne kadardır ve Ruby bu yüzüğün süreli olduğunun farkında mıdır?






Konu bu üçlü arasındaki aşk üçgeni etrafında çevreleniyor. Sizce Ruby kimi seçti? Çocukluk arkadaşı Won Suk'u mu, patronu Ji Suk'u mu?


Diziyi beğenmedim, izlettiriyor mu? Evet izlettiriyor. Ancak gerçekten çok sıkılmadıysanız ve çok boş zamanınız yoksa bu diziyi izleyerek vakit kaybetmeyin. Sosyofobisi olan bu kızın fobisi sadece yakışıklı patronuna karşı mı var? Bize anlatılmak istenen ve gösterilen arasında fark olduğunu düşünüyorum. Mesela kendi tasarımı olan kolyeyi yapan ustanın önünde diz çöküp yalvaran da bu kız değil miydi? Ya da sokakta takı satan kadının yanında kendi tasarımını görünce şaşıran? Ve yıllarca evden dışarı çıkamamasına rağmen dizinin sonunda hoşlandığı çocuğun tek lafıyla özgüveninin yerine gelmesi? Özetle, beğenmedim arkadaşlar.





SPLASH SPLASH LOVE




Tadı damağımda kalan minicik bir Kore dizisi Splash Splash Love. Cup Cup Aşk diye de çevirebileceğimiz bu dizinin konusu tam anlamıyla beni içine çekti. Benim gibi fantastik yapımları izlemeyi çok seven biriyseniz mutlaka bakın bu diziye. Yalnızca birer saatlik iki bölümden oluşsa da film tadında, eğlenceli ve romantik bir o kadar da merak uyandırıcı ilginç bir dizi. Normalde tarihi dizilerden hiç hoşlanmayan biri olsam da bu diziye şans vermek istedim, iyi ki vermişim.



Konusuna gelecek olursak adından anlaşılacağı gibi suyla ilgili tabii ki.:D
Olaylar 19 yaşındaki tembel bir lise son sınıf öğrencisi olan Dan Bi adındaki bir genç kız ve Joseon Hanedanlığı döneminde bir kral olan Lee Do etrafında dönüyor.
Dan Bi'nin üniversite sınavının bir gün öncesinde yaşananları izleyerek başlıyoruz diziye. Annesi ondan büyük başarılar beklese de matematikle hiç arası olmayan bu kızın sınavdan da bir beklentisi yoktur.
Sınav sabahı hava çok yağmurludur, Dan Bi otobüste şemsiyesini unutur ve sırılsıklam olmuş bir halde okula koşturur. Okul bahçesindeki her zaman oturduğu banka oturur ve yok olmayı diler. Tam o sırada yerde biriken ufacık suya doğru yürür ve ayağının ucuyla dokunduğu suyun onu çektiğini hisseder. Tüm vücuduyla birikintiye atlar ve kuraklık içindeki Joseon Hanedanlığı'nın yağmur duasının ortasında bulur kendini. Olaylar bundan sonra daha da karmaşık bir hal alır çünkü dönemin kralı Kore halkı için büyük adımlar atmış, bilimi sonunu kadar destekleyen biridir. Dan Bi her ne kadar matematikte kötü olduğunu düşünse de onun sayesinde kral takvim, su saati yapmış; Pisagor teoremini çözmüş ve çarpım tablosunu öğrenmiştir.


Aslında bu dizi çocuklara matematiği sevdirmek için çekilmiş ama bende de işe yaradı. Gidip kalkülüs çalışmak istemedim değil.:D


Kısacık sürse de tam tadında bırakılmış bir dizi olmuş bana göre,ne eksik ne fazla, tam kıvamında. En beğendiğim Kore dizileri arasına girdi bile. Diğer çok sevdiklerim ise My Love From The Star ve The Legend of The Blue Sea. :) 

Dizi biraz daha uzun olsaydı kesinlikle devam ederdim ama aynı hissiyatı izleyiciye verebilirler miydi, emin değilim. Şeker gibi çok eğlenceli bir dizi, hiç Kore dizisi izlemediyseniz ilk diziniz bu olabilir bence!
!spoiler!
Sonu çok iyiydi, eğer bir şekilde birleşemeselerdi gerçekten üzülürdüm. 
!spoiler!
Hazır hafta sonu da gelmişken mutlaka bakın derim.

Kasım 25, 2018

GO HO'S STARRY NIGHT



         Bu yıl izlediğim ilk Kore dizisi Go Ho's Starry Night oldu. Dizinin adı bazı yerlerde Gogh, Starry Night olarak geçse de dizinin Van Gogh'la pek alakası olmadığını düşünürsek Go Ho'nun Yıldızlı Gecesi ismi daha mantıklı oluyor. Bugün yani pazar günü canım birdenbire kısa, tatlı bir aşk hikayesi izlemek çekti ve Kore dizisi izlemeyi tercih ettim. Dizinin isminden de anlayacağınız gibi Van Gogh'un Yıldızlı Gece tablosundan esinlenilmiş. Öncelikle başrole Go Ho ismi verilmiş. Go Ho 29 yaşında, reklam şirketinde çalışan aynı zamanda bir sitede yazarlık yapan bir kız. Bir sürü şey yazıyor ancak bir türlü yazıları okunmuyor. Sonra ansızın aklına bir fikir geliyor ve bu çok seviliyor. Çevresindeki erkekleri dış görünüş, kişilik ve duygularına göre yorumluyor, onlara kendi beğenisine göre yıldız veriyor aynı zamanda ilişkiler hakkında tavsiyelerde bulunuyor. Dizi toplam 4 saat sürüyor ama en fazla 7 dakikasında yazı sahnelerini görmüşüzdür. Genelde kızımız üşüyor, hapşırıyor ve yanındaki erkek ona ceketini veriyor. Buna rağmen incecik giyinmeye devam ediyor ve asla ceketinin önünü kapatmıyor. Dizinin yarısı böyle geçti.:D

   
    



       Go Ho'yu inanılmaz derecede Sihirli Annem'deki Firuze'ye benzettim. Yüzü ve mimikleri resmen Firuze. Gözümde Firuze canlandıkça diziden koptum hahaha. 

     Go Ho tek başına yaşıyor ama hafta sonları annesi ve abisinin yanına gidiyor. Abisi işsiz ve savcılık sınavlarına hazırlanıyor, 34 yaşında olsa da annesi hala ona küçük bir bebekmiş gibi davranıyor. Go Ho'ya ise çalışıp didinse de zengin olmadığı için ve bir yıl önce üç yıllık sevgilisi Hwang tarafından terk edildiği için gıcık bir şekilde davranıyor. Go Ho ne kadar uğraşırsa uğraşsın annesinin gözünde bir değeri olmadığını düşünse de dizinin sonunda gerçekleri öğreniyoruz.




                    Soldan sağa: Kang, yönetici, Hwang, genç stajiyer, bölüm şefi.

       Go Ho'nun eski ekip lideri olan Kang Tae Ho, dört yıldır Go Ho'ya aşık yani Hwang'dan bile önce fark etmiş bu kızı. Ama Go Ho farklı birinden hoşlandığı ve gerçek bir ilişki içinde olduğu için bir türlü açılamıyor. Sonra bir gün şirkete yeni bir ekip lideri katılıyor: Hwang, Go Ho'nun eski sevgilisi. İşler o zaman ciddi anlamda sarpa sarıyor. Bununla da kalmıyor ofisin idolü olan genç stajiyer, orta yaşlı yönetici ve bir de bölüm şefi de Go Ho'dan hoşlanmaya başlayınca kızımızın kafası karışıyor. İçten içe Kang'a duygular beslese de Hwang'ın orada oluşu eski anılarını hatırlamasına neden oluyor fakat en sonunda kararını bana göre doğru taraftan yana kullanıyor.







Ne bakıyorsun? İndir gözlerini!

       Konu her ne kadar patron-ast aşkı olsa da Kang ve Go Ho sahneleri çok keyifliydi. Hislerini bir türlü dile dökemese de her halinden aşık olduğu belli olan Kang sonunda herşeyi söyledi ve huzura erdik. Yine gerçek olamayacak kadar tatlı bir hikaye olsa da umarım bir yerlerde böyle güzel aşklar yaşayan birileri vardır.


              Dizi 15'er dakikalık şekilde 16 bölümden oluşsa da ben 1'er saatlik bölümlerle 4 bölüm haline getirilmiş olanı izledim. 15'er dakikalık olanlarda daha fazla sahne var. İzleyecekseniz onu izlemelisiniz. Ben izlerken bir sonraki bölümü merak ettim. Bölüm bitince diğer bölüme geçtim. Bu benim için en önemli kriterdir. Merak ettiriyor mu, ettirmiyor mu? Starry Night ettirdi. Ben gerçekten beğenerek izledim. Siz de böyle basit konuları farklı bir milletin gözünden izlemeyi seviyorsanız bir bakabilirsiniz. Televizyonu açtığınızda dizilerin yarısının konusu bu çünkü. Ben bir de bunların tarzlarını çok beğeniyorum. Moda anlayışları benimkine çok yakın olduğu için göz zevkime hitap ediyor. Hoş bir hafta sonu geçirdim, teşekkürler Go Ho's Starry Night.
      

MÜSLÜM


      Kasımda başka olan neydi? Hayır, aşk değil. Evet, sınavlar. Benim de kasımın ilk haftası vizelerim başladı. 1.sınıf / 1.dönem  olduğum için ilk sınavlarımın pek iç açıcı olmayacağını biliyordum, keza öyle oldu. İlk sınavlarımdan biri matematikti ve mühendislik matematiği nasıl bir şey bilir misiniz arkadaşlar? Kötü geçen matematik vizesinden çıktım, bundan sonra çok çalışacağım, düzenli not alacağım, her gün tekrar yapacağım temalı kararlar aldım. Güzelce ağlayayım, içime boşaltayım diye Müslüm filmine gitmeye karar verdim -evet tek başıma-. Instastoryleri birleştirerek 3/4'ünü izlemiş olduğum bu filmin fazla dramatik olduğunu bildiğimden yanıma bir paket mendil alarak hazırlıklı gitmiştim. Çok duygusal biri olmadığımdan ağlamadım ama fazlasıyla etkilendim. Filmi izlerken en zorlandığım kısım böyle hayatların bir yerlerde var olduğu, insanların bu denli acı çektiği bir hayatı yaşamak zorunda kalmaları, adalet denen şeyin yalnızca bir sözden ibaret olduğu gerçeğiyle feci bir şekilde yüzleşmek oldu. Müslüm Baba, sen tüm bu acılara nasıl dayandın?



   Biyografi, dram, müzikal kategorilerine alabileceğimiz bu filmin konusunu hepiniz biliyorsunuzdur: Müslüm Gürses'in, gerçek adıyla Müslüm Akbaş'ın, çocukluk yıllarından son zamanlarına kadar yaşadığı her türlü tecrübeyi, hayatına yön veren kişileri, farklı bir yol çizme şansı yakaladığı anları, kısaca onu Baba yapan bütün olayları izliyoruz. 

    Daha filmin ilk sahnesinde anlıyoruz bir sürü drama şahit olacağımızı. Sonrasında çocukluk yıllarına gidiyoruz Müslüm'ün. Kendini tamamen evine, çocuklarına adamış hamile annesi; içtikçe ailesine şiddet uygulayan, merhametsiz, içinde hiçbir şeye karşı en ufak sevgi barındırdığına inanmadığım babası; henüz oyun çağında olan, dondurmanın tadını bilmeyen, külahı ısırırken dondurma yediğini hayal eden, tertemiz küçük kardeşi Ahmet'le yaşadığı Adana'daki derme çatma evlerine gidiyoruz. Müziğe yeteneği doğuştan, ilgisi ise çok küçük yaşlarından geliyormuş. Yanık sesi zaten muhteşem, hele içinde duygu olunca... Filmi izleyip hayatına bir adım daha girdikçe anlıyorsunuz ki o şarkılar kağıda yazıp okumakla çıkmamış. Her kelimesi dipsiz acılar barındırıyormuş. Doğumundan son saniyesine kadar o acının dinmediğine o kadar eminim ki. En sevdiğiniz üç kişinin hayatınızdan çıktığını değil çıkarıldığını düşünün ve bunu öz babanızın yaptığını. Üç ölümde de parmağı olan bir babası var ama ondan yine de maddi ve manevi desteğini esirgemiyor. Babamdır diyor, bu merhametli olmanın kaçıncı seviyesi?





     Müslüm'ün küçüklüğünü Şahin Kendirci, genç ve yetişkinlik dönemlerini ise Timuçin Esen canlandırıyor. Oyunculuklar kesinlikle MUH-TE-ŞEM. Şahin Kendirci'nin O Ses Çocuklar şampiyonu Şahin olduğunu filmden sonra filmde kullanılan müziklere bakarken öğrendim. Bu çocuk ne ara bu kadar büyüdü? Müziğe yeteneği olduğunu henüz küçücük yaşında arabesk şarkılarla hepimizi gururlandırırken biliyorduk ama ya oyunculuk? Sen gerçek bir yeteneksin, Kendirci. İlk deneyimi olmasına rağmen üstün bir performans sergileyerek o duyguyu bize geçirdi, onunla kaçtık, onunla söyledik, o vahşet gecesini onunla yaşadık. O vahşet gecesi... Nasıl bir insan böyle bir şeyi yapar? 

     Müslüm müzik yarışmasını kazanıyor ve ona albüm yapılması için şehre gitmesi gerekiyor. Müslüm'ün annesi ve kardeşiyle birlikte giderek kendisini terk edeceklerini öğrenen babası çılgına dönüyor. Akşam yemekte içiyor, içiyor, içiyor ve kimsenin sofradan kalkmasına müsaade etmiyor. Sinirli olduğu her halinden belli olan babası henüz beşikteki Zeyno'yu, Müslüm'ün en küçük kardeşi, ağlıyor diye sinirlenip beşikle birlikte duvara fırlatarak canına kıyıyor karısı ve çocuklarının gözleri önünde. İçtikçe deliren bu ruh hastası yine çocuklarının önünde karısını defalarca bıçaklayarak öldürüyor. Müslüm ve kardeşi Ahmet bu vahşete küçük yaşlarında şahit oluyorlar. Bunlardan sonra babasını hapse, annesi ve kız kardeşini ise toprağın altına bırakan Müslüm, erkek kardeşi Ahmet'i de okuması için yatılı okula bırakıyor ve müzik hayatı resmen başlıyor. Müslüm Baba, sen tüm bu acılara nasıl dayandın?






    O korkunç gecenin sabahında babasının bardağında yarım bıraktığı rakıyı içerek tanışıyor içkiyle ve ömrü boyunca su içer gibi elinden düşürmüyor kadehini. Ağrı kesiciyi bile içkisinin yanında alıyor. Adana'da bir pavyonda çalışıyor ve artık tüm Adana halkı onu tanır hale geliyor.




    Yine çok içkili olduğu turne günlerinden birinde çocukken izlediği bir filmde görüp aşık olduğu Muhterem Nur Hanım sahnede Müslüm Gürses'in söyleyeceği şarkıyı söyleyince Müslüm Gürses çılgına dönüyor, sahneye atlıyor ve tokat atarak yere yığıyor platoniğini. O kişinin Muhterem Nur olduğunu görünce çok pişman olsa da hayatlarını inanılmaz değiştirecek bir başlangıç oluyor bu her ikisi için de. Çünkü Müslüm bir şekilde aşkına karşılık buluyor ve evleniyorlar.





     Müzik hayatının zirvede olduğu dönemler başlıyor Müslüm için. Artık kendisi tüm ülkede tanınıyor, aşk acısı çeken herkesin dert ortağı olan Adanalı Müslüm Gürses Müslüm Baba diye anılıyor. Her konserine bir yığın insan geliyor, içlerinde manyaklar da var tabii. Konser esnasında Müslüm'den arabesk dinleyerek acısını x5434 yapanlar jiletle kendilerine zarar verenler, sahneyi atlayıp Müslüm'de zarar verenler oluyor. O zamanlarda tüm bu olanlar halk tarafından tepki görmüş olsa da filmde çok yer verilmemiş. 


     Filmde en etkilendiğim sahne şüphesiz ki o uğursuz geceydi. Müslüm Gürses o geceden sonra yolunu çizmiş, kendini müziğe vermiş olsa da kardeşi Ahmet'in sığınabileceği hiçbir şeyi yoktu. Ne okuluna devam edebildi ne hayatını sürdürebildi. Babasının yaptıkları ömrü boyunca hafızasından silinmedi, ona olan nefreti bir an olsun dinmedi. Bir işi olmadı, aşık olduğu kızın ailesi onu istemedi, askerliğini bile tamamlayamadan askerden kaçtığını ihbar eden babası yüzünden sevgilisi ve babasıyla akşam yemeği yerken köye gelen askerler, komutanlar tarafından defalarca vurularak can verdi. Kötü çocukluk anıları yüzünden yaşayamadığı hayatını orada kaybetti Ahmet. Haksızlık değil miydi bu? 

    Müslüm Gürses canım ciğerim dediği kardeşini de babası yüzünden bu şekilde kaybetti. Müslüm Baba, sen tüm bu acılara nasıl dayandın?







    Böyle bir aile içinde doğup umudunu kaybetmediğin, çok iyi bir insan olduğun ve acılarını sanata döktüğün için senden öğreneceğimiz çok şey var. Boşuna Müslüm Baba demiyoruz sana, hiç çocuğun olmasa da milyonlarca çocuğun var.


Kasım 18, 2018

THE BOSS BABY (PATRON BEBEK)




 Animasyon izlemeyi çok seviyorum. 
 Çizgi film izlemeyi çok seviyorum. 
 Çizgi dizi izlemeyi çok seviyorum. 
 Çizgi film kanallarını çok seviyorum.

     Çok Seviyorum isimli şiirimi okuduysanız Patron Bebek yazıma hoş geldiniz!

     Uzun zamandır izlemeyi reddettiğim ancak en sonunda arkadaş tavsiyesi üzerine izlemiş bulunduğum film. 2017'nin en iyi animasyon filmleri arasına girmiş fantastik ve komedi türünde olan Patron Bebek'in aynı zamanda Netflix'te iki sezon süren 26 bölümlük bir dizisi bulunuyor. Yalnızca ilk bölümün yarısını izledim ama sarmadı. Anladığım kadarıyla filmin devamı niteliğinde bol maceralı ailecek izlenebilecek bir yapım olmuş. Bunlara rağmen filmin üzerine çok şey ekleyebileceklerine inanmadığım ve genel konunun dışına çıkabileceklerini düşünmediğim için zaman kaybı olacağını düşündüm ve ilk bölümü dahi bitirmeden kapattım. 




        7 yaşında olan Tim'in bir gün anne ve babasının eve takım elbise giymiş olan küçücük bir bebekle gelmesiyle başlıyor. Önceleri bu bebeğin ilgi odağı olması ve ailesinin artık kendisini sevmediğini düşünmesi sebebiyle bebekten uzak dursa da bebeğin etrafta kimse yokken bir yetişkin gibi konuşması gibi ilginç davranışları Tim'in dikkatini çekiyor ve sonraları çok yakın oluyorlar. Bebeğin gerçekte kim olduğunu ailesine kanıtlamaya çalışsa da bebekle anlaşma yapıyor, ortak oluyorlar. Film boyunca bu sevimli ikiliyi izliyoruz. 





  Filme gelecek olursak izlediğim süre boyunca ya ne kadar tatlı bir bebek bu diye söylenmekten kendimi alamadım. Hele o emzik sahnesi... Yanaklarını ısırmak istemedim değil. Bir karış boyuyla takım elbise giymiş bir bebek görseniz bence siz de benim gibi düşünürdünüz. Güldüğüm sahneler oldu, genel olarak güzel vakit geçirdim. 


Bebekler gerçekten bu kadar gizemli misiniz, açıklayın.


Kasım 17, 2018

THE NOTEBOOK (NOT DEFTERİ)



     Romantik filmleri izlemeyi sevmeyen biri olarak tam vize haftamda bu filmi izlemeye karar verdim. Çünkü boş vermişlik, hastalık, ne olacaksa olsun demeler ve bir sürü negatif şey sınav haftasına denk gelmez mi zaten?

     Bu afişi daha önce defalarca gördüm, film tavsiyesi olarak defalarca karşıma çıktı. Hep izleyeyim diye düşünüp erteliyordum ancak sonunda izleyebildim.


    Filmin türü dram ve romantik ve film farklı dallarda tam on iki ödül almış. Başrollerde Ryan Gosling ve Rachel McAdams var. Bu kadın harika değil mi ya?




    
     Film yaşlılar için yapılmış bir bakım evinde kalan adamın bunama hastalığına yakalanmış bir kadına eskimiş bir defterde yazılı el yazması öyküyü okumaya başlamasıyla başlıyor ve kendimizi 1940'ların büyüsüne kaptırıyoruz. Film boyunca zaman zaman bu yaşlı erkeğin sesini duyuyor, ve bu kadınla birlikte olan sahnelerini izliyoruz. Yani filmin konusu adamın okuduğu öykü oluyor.

         ---- SPOILER----

     Allie Hamilton isimli 17 yaşındaki genç kız ailesiyle birlikte Seabrook Adası'na gidiyor. Allie soylu bir aileden gelen, ailesi kendini tamamen ona adamış ve eğitim, sanat, kültür gibi konularda çok iyi yetiştirilen bir kız. Allie tam da o yaz Noah adında bir genç adamla tanışıyor ve birbirlerine aşık oluyorlar, birbirlerinin ilk aşkı oluyorlar. Çok iyi vakit geçirseler de Allie'nin ailesi bu ilişkiye tamamıyla karşı çünkü Noah okumamış, sıradan bir aileden gelen, onlardan çok daha düşük sınıfta yer alan işçi bir erkek. Tüm bunlara rağmen yine de aşkları sönmüyor. Allie yaz tatili sonunda okula dönmek zorunda kalıyor ve ilişkileri sonlanmış oluyor. İkisi de birbirini unutmuyor, Noah Allie'ye 365 gün boyunca 365 adet mektup gönderse de Allie'nin annesi onları topluyor ve kızının haberdar olmasına engel oluyor. Noah onu aslında hiçbir zaman unutmamış olsa da Allie öyle olmadığını düşünüyor ve yıllar sonra bir adamla nişanlıyor. Her ne kadar her anlamda Allie'ye ve ailesine çok uygun olsa da Allie aslında Noah'ı istediğini biliyor. Evliliğine yalnızca birkaç gün kalmışken Allie Seabrook Adası'na tatile gidiyor ve Noah'ı ne kadar sevdiğini fark ediyor. Bu şekilde yıllar önce bitmiş bir ilişki tekrar alevleniyor ve evlenmekten vazgeçiyor. Tüm bu hikayeyi yaşlı adamdan dinliyor ve aslında bu yaşlı adamın ve yaşlı kadının aslında Noah ve Allie olduğunu öğreniyoruz.






         Not Defteri güzel bir aşk filmi fakat romantik filmleri sevmediğimi söylemiştim. Bu ay kışa gireceğimiz için biraz duygusal hissediyorum, bu yüzden dram ve romantik filmlere şans tanıdım. Bu film için söyleyebileceğim şey ise sonunu aslında başındayken tahmin etmiştim. Filmi tek parça olarak izleyemedim, ne yalan söyleyeyim 40'ar dakikalık bölümlere bölerek iki günde bitirdim. (Vize haftam demiştim.)

      Tam battaniye altından sıcak içecekle izlemelik. Oyunculuklar çok iyi, kostümler çok iyi, yönetmenlik çok iyi. Sadece konusu fazla klasik. Çoğu dizide, filmde ve kitapta karşımıza çıkan zengin kız fakir oğlan konusunu bir kez de burada gördük. IMDB'si çok yüksek ve kendi dalında akla ilk gelen filmlerden olduğu için izlenmeli diye düşünüyorum.


       Filmin kendisi klasikleşmek üzere ve filmi izlememdeki diğer bir etken de buydu. Film bu kadar tutulmuşsa vardır izleyenlerin bir bildiği diyorum.:)


Kasım 11, 2018

ETERNAL SUNSHINE OF THE SPOTLESS MIND (SİL BAŞTAN)

     Bu ay izlediğim ilk film Türkçe'ye Sil Baştan olarak çevrilmiş olan Eternal Sunshine Of The Spotless Mind oldu. Filmi ilk kez Leyla ile Mecnun'da aylaaar önce duymuştum. Buraya da linki bırakıyorum, bakın mutlaka. Hafta sonu boş olduğum için ve izlediğim diziyi (Freaks and Geeks) bitirdiğim için ve de bu film aniden aklıma düştüğü için izleyeyim artık dedim. 

      Oscar kazanmış 2004 yapımı bir film olan Eternal Sunshine bilim kurgu dalında ilginç bir film. Evet, ilginç! Senaryosundan ötürü ilginç diyorum. Çünkü zaten En İyi Senaryo dalında Oscar kazanmış, tabii ki iyiydi.


       Dram ve bilim kurgu temalı olduğu yazsa da bence dramatik yönü ağır basmıyordu hatta neredeyse yoktu. Bilim kurgu ve romantizm ön plandaydı.


      Başrolde Jim Carrey ve Kate Winslet var. Evet Titanic'teki Kate Winslet. Oradaki hanım hanımcık rolünden sonra bu çılgın ruha da o kadar yakışmış ki... çok güzeldi. Resmen aldığı rollere bürünebiliyor. İşte bunlar hep yetenek.





  
      Filmi daha önce izlememiş hatta duymamış bile olsanız bu fotoğrafla eminim ki bir şekilde karşılaşmışsınızdır. Bilen bilir, bir dönem çoğu kişinin Facebook kapak fotoğrafı bu gördüğünüz görseldi. Hep bu fotoğrafın hikayesini bilmek istemiştim ve yaklaşık 6 yıl sonra gerçekleşti. :D Evet, Eternal Sunshine'a aitmiş ve filmin ilk on dakikasında geçiyormuş. İnanabiliyor musunuz, film 1 saat 48 dakika sürüyor ve bu imza fotoğraf yalnızca ilk on dakika içerisinde izleyiciye sunuluyor?






       Filmin ilk on dakikası demişken, olaylar gerçekten bu ilk on dakikada o kadar hızlı gelişti ki ne oldu ne bitti anlayamadan başka bir maceraya geçildi. İlk başlarda kafa karıştırıcı olabiliyor ama gerçek hikayeyi anladığınız an her şey bir anda aydınlanıyor. Bu iki karakter birbirlerini unutmak için hafızalarını sildiriyorlar, tüm hikaye bunun üzerine kurulu aslında.




    Gelelim ben böyle bir cihaz olsa kötü giden ilişkimi unutmak için böyle bir şey yaptırır mıydım sorusuna. Filmi izlerken bunu kendime birkaç kez sordum. Cevabım ise hayır yaptırmazdım. Çünkü bu çok saçma, arkadaşlar. Bizi biz yapan hatıralarımızsa kendi özgür ve hür irademizle hafızamızı, anılarımızı sildirirsek bize bizden geriye ne kalır? Silmeyin, her zaman yeni bir başlangıç yapma şansınız olmayabilir ama neyse ki bu filmde vardı. Tekrar bir araya geldiler.:)

Kasım 01, 2018

HAYAT GÜZELDİR

HAYAT GÜZELDİR

     

        Ekim ayında izlediğim son film de orijinal adıyla La Vita é Bella oldu. Arkadaşlar bu bir başyapıt. İzleyin, izlettirin! Uzun zamandır karşıma çıkan ama itiraf etmeliyim ki afişini beğenmediğim için kendisini de beğenmeyeceğimi düşündüğüm bir filmdi. Asla kapağa göre yargılamamak gerekiyormuş çünkü şu an en sevdiğim filmlerden biri Hayat Güzeldir. 

       Dram/komedi temalı İtalyan filmi ve benim izlediğim ilk İtalyanca film. İngilizce ve Türkçe dilleri dışında filmler izlemeyi çok seviyorum. Yeni bir dil, yeni bir heyecan benim için. Bu dil de güzeldi ama benim için hala en iyisi İspanyolca.:)

      Filme gelecek olursak ilk yirmi dakikada adamın car car konuşması beni inanılmaz sıktı, hatta bir ara izlerken filmden koptum, 20.dakikada filmi kapattım ve birkaç gün sonra kaldığım yerden devam ettim. İyi ki böyle yapmışım çünkü ilk seferimde muhtemelen bir süre sonra izlemeyi bırakıp bir daha filmi açmayacaktım ama aradan zaman geçtikten sonra izlediğimde film öyle güzel aktı ki gözümü kırpmadan izledim. 



        Guido ana karakterimiz. Hayattaki her şeyden zevk alabilen, yaşama sevinci yirmi beş kişinin yaşama sevincinin toplamından daha fazla olan, eğlenceli, ve hıphızlı konuşan -belki de dili bilmediğim için bana öyle geldi- sevgi dolu, akıllı bir adam. Tesadüfi bir şekilde Öğretmen Dora'ya aşık oluyor ve tüm engellere rağmen evleniyorlar. Her şey güzel gidecek sanırken İkinci Dünya Savaşı başlıyor ve her şey asıl o zaman başlıyor. Sevgi dolu baba, oğlu Giosué 'ye savaş konusunu hiç açmıyor ve her şeyin bir oyun olduğunu eğer kazanırlarsa çok istediği tank ödülünün onların olacağını söylüyor. Anlayacağınız en kötü durumda bile umudunu kaybetmiyor ve adam eğlenmeye bakıyor.


      Hem gerçekten güldüren hem de gerçekten duygulandıran muhteşem bir film. Filmde savaşların siviller hatta her şeyden habersiz çocuklar üzerindeki büyük yıkıcı etkisini izliyoruz. Duygusal biri değilseniz bile sizi düşünmeye itecek bir film olduğunu söyleyebilirim. 



 En sevdiğim sahnelerden biri Guido'nun Almanca konuşan komutanı oğlu anlamasın diye tamamen oyun kurallarını anlatıyormuş gibi İtalyancaya çevirdiği bu sahnedir.  

     Ve filmin sonu... Ben bunu gerçekten tahmin etmemiştim. Güzel bitecek sanıyordum. Baba-oğul oyun oynayacaklar sanıyordum. Ama nasıl bitti öyle? O son sesi duyana kadar emin olamamıştım belki de inanmak istememiştim ama öldü, evet öldü. Aslında o duvar arkasına götürülürken Guido el sallayarak o mesajı vermişti ama inanmak istemedim. Evet arkadaşlar filmin sonu çok üzdü ama belki de bunu bu kadar iyi film yapan mutsuz bitişidir.

Guido senden çok şey öğrendim, mükemmel bir filmin mükemmel bir karakteriydin. 
İZLEYİN, İZLETTİRİN!









FREAKS AND GEEKS





 

   
     


      Bu ay bağımlı gibi Freaks and Geeks izledim. İzlemediğim zamanlarda ne yaptım biliyor musunuz? Bad Reputation dinledim. Dilime dolandı şarkı. Evde I don't give a damn 'bout my bad reputation diyerek dolaşıyorum. 


       Diziyi bana kimse önermedi. Instagram'da bir sayfada bu dizinin repliklerini görünce bakmak istedim. Hem dizi çok eski hem de dizinin ele alındığı dönem çekildiği dönemden de eski olmasıyla sebebiyle başladım diziye. 1999-2000 yıllarında çekilmiş ama aslında 1980 yılını anlatıyor. Şu anda birçok yapımda gördüğümüz ünlü oyuncuların gençliğini izliyoruz bu dizide. Mesela çoğumuzun How I Met Your Mother'dan Marshall olarak tanıdığı Jason Segel , 11.22.63'ten tanıdığımız James Franco ve daha fazlası...







              Karakterlerin hepsi o kadar biz ki... Abartı hiçbir şey yok, hepsi içimizden biri. Baba tam bir aile babası. Anne ise tam bir anne. Babalarının çoçukların üstüne ağırlığını koymaya çalışsa da çok başarılı olduğunu söyleyemem. Anneleri desen çok tatlı, kızmıyor hiçbir şeye. İkisi de ebeveyn olarak ailesiyle vakit geçirmek için karı koca her şeyi deniyorlar, ama maalesef %80 başarısızlıkla sonuçlanıyor bu girişimler.  Halbuki onlar sadece çocuklarının aile sıcaklığını sevmelerini istemişlerdi...     




 

           Kaçıklar ve ineklere gelecek olursak... Bir kere okul tam bir Amerikan lisesi. Adından da anlaşılacağı gibi okul kaçıklar ve inekler olarak ikiye ayrılmış durumda. Kaçıklar dediğimiz grup derslerini hiç umursamıyor, insanlarla iyi ilişkiler içinde değiller ve tek istedikleri müzik, eğlence, parti. Ama içten içe gelecek kaygısı taşıyorlar ve zaman zaman kendi kendilerine ileriye dönük ne yapacakları konusunda sorular soruyorlar. 
       
       Kaçıklar Daniel, Kim, Ken ve Nick'ten oluşuyor. Daniel'ı ben sevdim. Kim'le aralarındaki ilişkiyi biraz garip bulsam da sevdiğim bir karakter oldu. Kim'i çok sevdim çünkü duruşu net, karakteri belli, sert görünümlü olsa da sıcak biri. Başlarda Lindsay'le araları kötüydü ama sonradan en yakın arkadaşı oldu diyebilirim. Pratik zekalı oluşu da ayrı bir cazibe tabii hahaha. Ken apayrı bir dünya. Dizideki en sevdiğim karakterlerden biridir kendisi. Dünya umrunda değil adamın ya. Sevgilisiyle çok tatlılardı. Dizinin sonuna kadar yalnız kalacak sandım bir an ama mükemmel bir çift oldular. Takdi ediyorum kendisini. Ve Nick... En az sevdiğim karakterlerden biri Nick çünkü ben bu karakteri bir türlü anlayamadım. Baterist olmak isteyen ama bu konu hakkında hiçbir şey yapmayan biri. İlk bölümden itibaren Lindsay'in peşinden koşması ama son bölümlerde hayatına giren o kız? Bu karakteri düzgün yazamadıklarını düşünüyorum. Başka türlü konuyu bağlayabilirlerdi, olmamış. Dizideki tek olmamış diyebileceğim şey sanırım Nick karakteri. 





         Bir de geeks yani inekler var ki onlar da okulun maskaraları sayılıyor.  Yaşça daha küçükler ve havalı değiller, diğer çocuklar gibi okuldan kaçmıyorlar, sigara alkol, ot kullanmıyorlar, derslerini önemsiyorlar ve en önemlisi kendi aralarında çok eğleniyorlar. Tam bir örnek arkadaş grubu. Ama tahmin edeceğiniz gibi onlar hor görülüyorlar ve bu çocuklar da kendilerinin ezik olduğunu düşünüp bazen saçma şeyler de olsa eziklik sayılmayacak şeyler yapıyorlar. 
Bu grupta karakterlerimiz Sam, Neal ve Bill. Bir diğer sevmediğim karakter de Bill. Bazem çok gıcık davrandığı oluyordu. Sam tatlı bir çocuk, kızlarla arasındaki ilişki de bir tuhaf. O kızlarla bu çocuk nasıl aynı yaşta olabiliyor? Cindy Sam'in ablası gibi duruyordu. (Sam ve Cindy) Bu arada diziyi düşününce aklıma gelen ilk şey Hi, Sam! Bu repliği o kadar çok duyduk ki hay seaam diyorum hep. :D Çoğu kişinin aksine ben Neal'a bayılıyorum! Bu ne özgüven yiğidim? O gülüşü, komikliği, saçları ve ben her şeyi yapabilirim imajına bayılıyorummm. Dizinin ikinci sezonu olsaydı bu çocuk yükselirdi bir şekilde.


       Lindsay Weir... Bul beni, kaybolmuşum tadında bir arkadaş kendisi. Dizi boyunca üstünden çıkarmadığı ceketi, düzenli olarak devam eden git gelleri, tek sayfa soru çözmeden hep en iyi notlar alışı ama iyi not aldığı için mutsuz oluşu = Lindsay Weir

        Lindsay okulun matematik takımında olan ve diğer okullarla yarışan çok zeki bir kız. Büyük annesinin vefatı üzerine büyük bir değişime uğruyor ve kaçıklar grubuna bir şekilde dahil oluyor. Başlarda kendine yer bulamasa da zamanla grubun önemli bir parçası haline geliyor. Diğer çocuklarda gelecek kaygısı oluşturmakta büyük bir payı var Lindsay'in. Dönem dönem eski arkadaşlarıyla takılsa da kaçıklar arasına girdikten sonra bir daha onlarla yapamayacağını çok net bir şekilde anlıyor. Arkadaşı Millie... Sen dünyanın en iyi kalpli insanı mısın kızım???? Neyse Lindsay de aslında hepimizden bir parça taşıyan bir genç kız. İkilemlerin en büyüğü arasında kalarak bizi de düşünmeye sevk ediyor. Zaman zaman bu kıza çok sinir oldum. Çünkü hem gruba kendi dahil oluyor hem de başladıkları iş kötü sonuçlanınca gruba yükleniyor. Sanki kendisinin hiç suçu yokmuş gibi, ayartılmış gibi davranıyor. Kimse sana gel bizimle takıl demedi Lindsay. Bazen hayır demeyi öğrenmesi gerekiyor. Başına ne geldiyse hayır demeyi bilmediğinden geldi çünkü. Yine de sevdim seni Linds.





          Dizi toplam 19 bölüm ama devamı olsa onu da izlerdim. Bir sonraki bölüm ne olacak diye merak ettirdi ve izlerken çok keyif aldım. Ekim ayı lise temalı yapımlara takmıştım ve seçeceğim dizi tabii ki bu yönde olmalıydı. Dizinin değeri bittikten yıllar sonra anlaşılmış olacak ki bugünlerde replikleriyle, ekibin fotoğraflarıyla sık sık karşılaşıyoruz. Yapıldığı dönem dizi tutmadığı için bitirilmiş bu arada. Şiddetle önermesem de izlemesinin zevkli olduğunu söyleyebilirim. Bu arada diziyi izlemeseniz bile introsunu mutlaka izleyin! Bill çok komik.




Veeee son olarak: (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=5RAQXg0IdfI )