Kasım 01, 2018

HAYAT GÜZELDİR

HAYAT GÜZELDİR

     

        Ekim ayında izlediğim son film de orijinal adıyla La Vita é Bella oldu. Arkadaşlar bu bir başyapıt. İzleyin, izlettirin! Uzun zamandır karşıma çıkan ama itiraf etmeliyim ki afişini beğenmediğim için kendisini de beğenmeyeceğimi düşündüğüm bir filmdi. Asla kapağa göre yargılamamak gerekiyormuş çünkü şu an en sevdiğim filmlerden biri Hayat Güzeldir. 

       Dram/komedi temalı İtalyan filmi ve benim izlediğim ilk İtalyanca film. İngilizce ve Türkçe dilleri dışında filmler izlemeyi çok seviyorum. Yeni bir dil, yeni bir heyecan benim için. Bu dil de güzeldi ama benim için hala en iyisi İspanyolca.:)

      Filme gelecek olursak ilk yirmi dakikada adamın car car konuşması beni inanılmaz sıktı, hatta bir ara izlerken filmden koptum, 20.dakikada filmi kapattım ve birkaç gün sonra kaldığım yerden devam ettim. İyi ki böyle yapmışım çünkü ilk seferimde muhtemelen bir süre sonra izlemeyi bırakıp bir daha filmi açmayacaktım ama aradan zaman geçtikten sonra izlediğimde film öyle güzel aktı ki gözümü kırpmadan izledim. 



        Guido ana karakterimiz. Hayattaki her şeyden zevk alabilen, yaşama sevinci yirmi beş kişinin yaşama sevincinin toplamından daha fazla olan, eğlenceli, ve hıphızlı konuşan -belki de dili bilmediğim için bana öyle geldi- sevgi dolu, akıllı bir adam. Tesadüfi bir şekilde Öğretmen Dora'ya aşık oluyor ve tüm engellere rağmen evleniyorlar. Her şey güzel gidecek sanırken İkinci Dünya Savaşı başlıyor ve her şey asıl o zaman başlıyor. Sevgi dolu baba, oğlu Giosué 'ye savaş konusunu hiç açmıyor ve her şeyin bir oyun olduğunu eğer kazanırlarsa çok istediği tank ödülünün onların olacağını söylüyor. Anlayacağınız en kötü durumda bile umudunu kaybetmiyor ve adam eğlenmeye bakıyor.


      Hem gerçekten güldüren hem de gerçekten duygulandıran muhteşem bir film. Filmde savaşların siviller hatta her şeyden habersiz çocuklar üzerindeki büyük yıkıcı etkisini izliyoruz. Duygusal biri değilseniz bile sizi düşünmeye itecek bir film olduğunu söyleyebilirim. 



 En sevdiğim sahnelerden biri Guido'nun Almanca konuşan komutanı oğlu anlamasın diye tamamen oyun kurallarını anlatıyormuş gibi İtalyancaya çevirdiği bu sahnedir.  

     Ve filmin sonu... Ben bunu gerçekten tahmin etmemiştim. Güzel bitecek sanıyordum. Baba-oğul oyun oynayacaklar sanıyordum. Ama nasıl bitti öyle? O son sesi duyana kadar emin olamamıştım belki de inanmak istememiştim ama öldü, evet öldü. Aslında o duvar arkasına götürülürken Guido el sallayarak o mesajı vermişti ama inanmak istemedim. Evet arkadaşlar filmin sonu çok üzdü ama belki de bunu bu kadar iyi film yapan mutsuz bitişidir.

Guido senden çok şey öğrendim, mükemmel bir filmin mükemmel bir karakteriydin. 
İZLEYİN, İZLETTİRİN!









FREAKS AND GEEKS





 

   
     


      Bu ay bağımlı gibi Freaks and Geeks izledim. İzlemediğim zamanlarda ne yaptım biliyor musunuz? Bad Reputation dinledim. Dilime dolandı şarkı. Evde I don't give a damn 'bout my bad reputation diyerek dolaşıyorum. 


       Diziyi bana kimse önermedi. Instagram'da bir sayfada bu dizinin repliklerini görünce bakmak istedim. Hem dizi çok eski hem de dizinin ele alındığı dönem çekildiği dönemden de eski olmasıyla sebebiyle başladım diziye. 1999-2000 yıllarında çekilmiş ama aslında 1980 yılını anlatıyor. Şu anda birçok yapımda gördüğümüz ünlü oyuncuların gençliğini izliyoruz bu dizide. Mesela çoğumuzun How I Met Your Mother'dan Marshall olarak tanıdığı Jason Segel , 11.22.63'ten tanıdığımız James Franco ve daha fazlası...







              Karakterlerin hepsi o kadar biz ki... Abartı hiçbir şey yok, hepsi içimizden biri. Baba tam bir aile babası. Anne ise tam bir anne. Babalarının çoçukların üstüne ağırlığını koymaya çalışsa da çok başarılı olduğunu söyleyemem. Anneleri desen çok tatlı, kızmıyor hiçbir şeye. İkisi de ebeveyn olarak ailesiyle vakit geçirmek için karı koca her şeyi deniyorlar, ama maalesef %80 başarısızlıkla sonuçlanıyor bu girişimler.  Halbuki onlar sadece çocuklarının aile sıcaklığını sevmelerini istemişlerdi...     




 

           Kaçıklar ve ineklere gelecek olursak... Bir kere okul tam bir Amerikan lisesi. Adından da anlaşılacağı gibi okul kaçıklar ve inekler olarak ikiye ayrılmış durumda. Kaçıklar dediğimiz grup derslerini hiç umursamıyor, insanlarla iyi ilişkiler içinde değiller ve tek istedikleri müzik, eğlence, parti. Ama içten içe gelecek kaygısı taşıyorlar ve zaman zaman kendi kendilerine ileriye dönük ne yapacakları konusunda sorular soruyorlar. 
       
       Kaçıklar Daniel, Kim, Ken ve Nick'ten oluşuyor. Daniel'ı ben sevdim. Kim'le aralarındaki ilişkiyi biraz garip bulsam da sevdiğim bir karakter oldu. Kim'i çok sevdim çünkü duruşu net, karakteri belli, sert görünümlü olsa da sıcak biri. Başlarda Lindsay'le araları kötüydü ama sonradan en yakın arkadaşı oldu diyebilirim. Pratik zekalı oluşu da ayrı bir cazibe tabii hahaha. Ken apayrı bir dünya. Dizideki en sevdiğim karakterlerden biridir kendisi. Dünya umrunda değil adamın ya. Sevgilisiyle çok tatlılardı. Dizinin sonuna kadar yalnız kalacak sandım bir an ama mükemmel bir çift oldular. Takdi ediyorum kendisini. Ve Nick... En az sevdiğim karakterlerden biri Nick çünkü ben bu karakteri bir türlü anlayamadım. Baterist olmak isteyen ama bu konu hakkında hiçbir şey yapmayan biri. İlk bölümden itibaren Lindsay'in peşinden koşması ama son bölümlerde hayatına giren o kız? Bu karakteri düzgün yazamadıklarını düşünüyorum. Başka türlü konuyu bağlayabilirlerdi, olmamış. Dizideki tek olmamış diyebileceğim şey sanırım Nick karakteri. 





         Bir de geeks yani inekler var ki onlar da okulun maskaraları sayılıyor.  Yaşça daha küçükler ve havalı değiller, diğer çocuklar gibi okuldan kaçmıyorlar, sigara alkol, ot kullanmıyorlar, derslerini önemsiyorlar ve en önemlisi kendi aralarında çok eğleniyorlar. Tam bir örnek arkadaş grubu. Ama tahmin edeceğiniz gibi onlar hor görülüyorlar ve bu çocuklar da kendilerinin ezik olduğunu düşünüp bazen saçma şeyler de olsa eziklik sayılmayacak şeyler yapıyorlar. 
Bu grupta karakterlerimiz Sam, Neal ve Bill. Bir diğer sevmediğim karakter de Bill. Bazem çok gıcık davrandığı oluyordu. Sam tatlı bir çocuk, kızlarla arasındaki ilişki de bir tuhaf. O kızlarla bu çocuk nasıl aynı yaşta olabiliyor? Cindy Sam'in ablası gibi duruyordu. (Sam ve Cindy) Bu arada diziyi düşününce aklıma gelen ilk şey Hi, Sam! Bu repliği o kadar çok duyduk ki hay seaam diyorum hep. :D Çoğu kişinin aksine ben Neal'a bayılıyorum! Bu ne özgüven yiğidim? O gülüşü, komikliği, saçları ve ben her şeyi yapabilirim imajına bayılıyorummm. Dizinin ikinci sezonu olsaydı bu çocuk yükselirdi bir şekilde.


       Lindsay Weir... Bul beni, kaybolmuşum tadında bir arkadaş kendisi. Dizi boyunca üstünden çıkarmadığı ceketi, düzenli olarak devam eden git gelleri, tek sayfa soru çözmeden hep en iyi notlar alışı ama iyi not aldığı için mutsuz oluşu = Lindsay Weir

        Lindsay okulun matematik takımında olan ve diğer okullarla yarışan çok zeki bir kız. Büyük annesinin vefatı üzerine büyük bir değişime uğruyor ve kaçıklar grubuna bir şekilde dahil oluyor. Başlarda kendine yer bulamasa da zamanla grubun önemli bir parçası haline geliyor. Diğer çocuklarda gelecek kaygısı oluşturmakta büyük bir payı var Lindsay'in. Dönem dönem eski arkadaşlarıyla takılsa da kaçıklar arasına girdikten sonra bir daha onlarla yapamayacağını çok net bir şekilde anlıyor. Arkadaşı Millie... Sen dünyanın en iyi kalpli insanı mısın kızım???? Neyse Lindsay de aslında hepimizden bir parça taşıyan bir genç kız. İkilemlerin en büyüğü arasında kalarak bizi de düşünmeye sevk ediyor. Zaman zaman bu kıza çok sinir oldum. Çünkü hem gruba kendi dahil oluyor hem de başladıkları iş kötü sonuçlanınca gruba yükleniyor. Sanki kendisinin hiç suçu yokmuş gibi, ayartılmış gibi davranıyor. Kimse sana gel bizimle takıl demedi Lindsay. Bazen hayır demeyi öğrenmesi gerekiyor. Başına ne geldiyse hayır demeyi bilmediğinden geldi çünkü. Yine de sevdim seni Linds.





          Dizi toplam 19 bölüm ama devamı olsa onu da izlerdim. Bir sonraki bölüm ne olacak diye merak ettirdi ve izlerken çok keyif aldım. Ekim ayı lise temalı yapımlara takmıştım ve seçeceğim dizi tabii ki bu yönde olmalıydı. Dizinin değeri bittikten yıllar sonra anlaşılmış olacak ki bugünlerde replikleriyle, ekibin fotoğraflarıyla sık sık karşılaşıyoruz. Yapıldığı dönem dizi tutmadığı için bitirilmiş bu arada. Şiddetle önermesem de izlemesinin zevkli olduğunu söyleyebilirim. Bu arada diziyi izlemeseniz bile introsunu mutlaka izleyin! Bill çok komik.




Veeee son olarak: (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=5RAQXg0IdfI )







Ekim 19, 2018

SEVDİĞİM TÜM ERKEKLERE

                       SEVDİĞİM TÜM ERKEKLERE 

           (TO ALL THE BOYS I'VE LOVED BEFORE)

   
       İzlediğim bir diğer film Türkçe karşılığıyla Sevdiğim Tüm Erkeklere. Yine bir Netflix filmi... Yine fragmanını zorla Youtube üzerinden izlemek zorunda kaldığımız için görmekten bıktığımız kitaptan uyarlama bir film... 

       Beni bu filmi izlemeye iten ilk sebep arkadaşlar tahmin edersiniz ki Noah Centineo. :D Sierra Burgess is A Big Loser'ı izledikten sonra Noah Centineo'yu araştırmaya başladım ve oynadığı yapımlar arasında bu filmi de gördüm. Zaten reklamlarından da aşikar olmam sebebiyle başlattım filmi. 

       Bu filmde dikkatimi ilk çeken şey kesinlikle filmin adı. Sanki çok intihar mektubu yazmış gibi değil mi ya? Bana bu isim 13 Reasons Why'ı anımsatıyor. Ama o diziyle en ufak bir alakası yok. Sevdiğim Tüm Erkeklere afişinden de anlayabildiğimiz gibi tamamen pembe, cıvıl cıvıl, tatlı mı tatlı bir genç kız dünyası. Eğer liseye geçmek üzereyseniz ya da lisede okuyorsanız yaş olarak çoğunlukla size hitap ediyor diyebilirim. Ama uyarmalıyım ki şu anda ortaokuldaysanız lise GERÇEKTEN filmlerde gördüğünüz bir ortam değil arkadaşlar. Tabii ki her okul aynıdır diyemem ama beklentinizi çok yüksek tutmamanızı önerebilirim. Çünkü lise dediğimiz yer bu kadar "tatlı" bir yer değil. Sınavlardan, bol çalkantılı arkadaşlık ilişkilerinden, sivilcelerden, kalorifer yanı kapma yarışlarından, derste uyuyarak o günkü uyku ihtiyacını almaya çalışmaktan, yorgunluktan duş bile alamamaktan, tost hamburger yemekten bir ton kilo almaktan ibaret bir yer. Gözünüzü korkutmak istemiyorum çünkü tüm bunlara rağmen en saçma lise fotoğraflarınıza bile yıllar sonra büyük bir gülümsemeyle bakıp biz resmen sınıfça aileymişiz nasıl bu kadar çılgınca şeyleri o kadar kişinin arasında yapmışım ki diyebileceğiniz ve hayatınızın belki de en güzel yılları olacak olan üniversite döneminize geçebilmeniz için bir şekilde atlatmanız gereken bir dönem. Evet arkadaşlar, "Üniversite daha iyi abi ya"cılardanım.
     

Her şey işte gördüğünüz bu gif yüzünden başlıyor. Beş ayrı dönemde beş farklı erkeğe Lara Jean (Lana Condor) tarafından yazılmış beş adet mektup. Mektuplar imzalanmış, zarfa yerleştirilmiş, adresleri yazılmış bir şekilde kutuda bekliyor. Bilinmeyen bir kişi tarafından birdenbire mektuplar sahiplerine gönderiliyor ve Lara Jean için yepyeni bir serüven başlıyor. Aşkı ilk kez tadan genç kızımız kendini belirsizliğin içinde buluyor. 

   


     Mektubun ulaştığı kişilerden bir tanesi gözümüzün nuru, biriciğimiz Peter (Noah Contineo). Ufak bir anlaşma sonucu sevgili rolü yapmaya başlıyorlar ve bilin bakalım ne oluyor? Evet! Birbirlerine itiraf edemeseler de gerçekten aşık oluyorlar. Filmin sadece kapağına bakarak bile bunun olacağını zaten anlamıştık ama yine de izlemesi keyifliydi. Aşama aşama gelişen sahte ilişkinin gerçeğe dönüşmesini izliyoruz film esnasında. Kaldı mı böyle saf aşklar diye sorgulatmıyor değil.:)


     Sierra Burgess is A Big Loser'ı ve To All Boys I've Loved Before'u izlemiş biri olarak bu filmi daha fazla sevdiğimi söyleyebilirim. Konu itibariyle beni daha fazla çekti ve karakterler açısından da daha doluydu diyebilirim. Aynı zamanda bana göre bu da çıtır çerezlik, battaniyenizi çekip bir şeyler yerken soğuk sonbahar günlerinde izleyebileceğiniz sıcak bir film. 

   
     Ha bu arada 19 yaşında Lara Jean'ın mektup taktiğini denesem sizce de çok çocuksu kaçar mı? Hahahahaha.

SIERRA BURGESS IS A LOSER


              SIERRA BURGESS IS A  LOSER


   
       Okulun başlamasıyla kendimi lise temalı dizi ve filmlere batırmış durumdayım. İzlediğim bu tarz filmlerden bir tanesi de Sierra Burgess is a Loser. Dürüst olmalıyım ki bu filmi ilk kez Youtube'da ne zaman video izlemeye çalışsak bize dayatılan ve izleme mecburiyetinde kaldığımız reklamlar arasında gördüm. Gençlik film ve kitaplarını sevdiğim için izledim. 

       Konusuna gelecek olursak Sierra Burgess ana karakterimiz. Kendisi çalışkan, edebiyat konusunda yetenekli, sesi çok güzel tombul bir kız. Veronica ise onun aksine kendini gençliğinin doruklarına kadar yaşamaya çalışan, güzelliğiyle dikkat çeken, derslerini sallamayan okulun popüler kızı. Dan Sierra'nın en yakın arkadaşı, tatlı mı tatlı, kafa çocuk. Veeee Jamey... var mı bu filmi izleyip da bu çocuğa aşık olmayan? Arkadaşlar dürüst olalım ve kendimize itiraf edelim: BAYILDIK BİZ BU ÇOCUĞA. İlk olarak reklamlar arasında görmüştüm Noah Centineo'yu. Filme tıklamadaki baş nedenim Noah desem? :D  




             Filmin fragmanını izlediyseniz biliyorsunuzdur ana konuyu. Ama benim gibi fragman izlemekten hoşlanmayan biriyseniz şöyle açıklayabilirim: Jamey Veronica'yı bir kafede görüyor ve onun numarasını almak istiyor ama Veronica Jamey'nin arkadaşlarını 'fazla' ezik bulduğu için kendi numarası yerine Sierra'nın numarasını veriyor. Jamey ve Sierra bu şekilde konuşmaya başlıyorlar ama Jamey'nin bundan haberi yok, o Veronica'yla konuştuğunu sanıyor. 


Bu bilinmeyen kişiden gelen mesajla Sierra'nın hayatı bambaşka bir yere gidiyor. 

--------------------SPOILER--------------------
Bana kalırsa filmdeki en iyi kalpli karakter kesinlikle Veronica. Sierra'yla arkadaş olduktan sonra kendi içindeki iyi kızı ortaya çıkarıyor. Arkadaşlığın nasıl bir şey olduğunu bize gösteriyor. Sierra'ya karşı hep bir hainlik yapar mı diye tereddüt ettm ama hayır o gerçek arkadaş çıktı. Ama asıl hainliği kim yaptı biliyor musunuz? SIERRA BURGESS. O tweeti maç esnasında yayınlaması ve tüm okulun Veronica'ya sırtını dönmesi... Sierra'nın anlamayıp dinlemeden arkadaşını hiç istemeyeceği bir duruma soktu. Ama filmde asıl "iyi karakter" Sierra gösterildiği için birçoğunuz oh oldu Veronica'ya yapmayacaktı o fenalıkları diye düşünebilirsiniz. Fakat o artık iyi kalpli olmuştu, arkadaş edinmişti ve sırtından bıçaklandı. Filmin sonunda her şey çok çabuk toparlandı. Herkes birbirini kolayca affetti. Gerçekçi olalım arkadaşlar, günlük hayatta böyle bir af grubunun oluşma ihtimalinin %1,3 olduğunu düşünürsek biraz hızlı diyebileceğimiz kadar hızlı gelişti her şey. Ama zaten sonunun iyi biteceğini hepimiz tahmin ediyorduk, değil mi?
---------------------SPOILER-------------------

Ben bu filmi beğenerek izledim. Eğer gerçekten boş vaktiniz varsa ve çerezlik bir film arıyorsanız izleyebilirsiniz. Mutlaka izleyin diyebileceğim bir film değil, benim için 6/10 luk bir film. Ama güzel alt metinleri olan ergenlik dönemimizde hepimize dayatılan bazı algıları yıkmaya çalışan hoş bir Netflix filmi olmuş. 


Ne diyebilirim ki... HEPİMİZE BİR NOAH!

Ekim 06, 2018

MEAN GIRLS (KÖTÜ KIZLAR)






                                

                                     MEAN GIRLS


   


     Bu ay izlediğim ilk film Mean Girls oldu. 3rd October Mean Girls Day olmasıyla gerçekten alakası yok. Tamamen tesadüfi bir şekilde bu ay izledim. Evet, 19 yaşındayım. Evet, gençlik filmi. Evet, daha çok lise çağına hitap ediyor olabilir. Ama ben bu filmi çok sevdim! Gençlik filmlerini, dizilerini zaten severim ama Mean Girls, Türkçe çevirisiyle Kötü Kızlar'ın kült bir film olacağını düşünmemiştim.


      Bir Youtube videosunda sadece filmin adı geçtiği için merak ettim ve izlemeye başladım. Herkesin seveceği bir film mi bilmiyorum ama bu tarz filmlerden, dizilerden hoşlanıyorsunuz bence bir bakabilirsiniz.


       Konu itibariyle çok bilindik, çok klasik, neredeyse her gençlik filminde örneklerini bulabileceğiniz bir konu. 16 yaşındaki lise öğrencisi Cady ve okulun güzel, bakımlı ve seksi üç kötü kızı arasındaki olayları konu alıyor.
   




    
 Son birkaç yıldır birçok yerde duyduğumuz bazı cümleler meğer bu filmden çıkmış. Ne derler bilirsiniz: You can't sit with us!

ADIM ADIM BLOGGERLIK




                                                                                                                                                Ekim, 2018


       Blogger Dünyasına Hoş Geldim!

       Bu benim ilk blog yazım, hatta hesabımı yaklaşık üç dakika önce açtım. Her blogger gibi sözlerime "Okuyan olur mu? Herkes çılgın Youtube dünyasında vloglar izlerken bu yazılar nereye ulaşır?" bilmiyorum diyerek başlamalıyım sanırım. Burayı açmamdaki ilk amaç yaptıklarımı bir yerde depolamak, ay sonunda neler yaptığıma topluca göz atmak ve "Evet, bir şeyler yapmışım." hissini yaşamak. Diğer amacımsa arada bir İngilizce yazılar yazmak ve İngilizce'yi unutmamak.

       Bu blogda diziler, filmler ve kitaplar hakkında bol bol yazacak, yaptığım alışverişlerdeki ürünleri yorumlayacak ve bunları ay ay kategorize edeceğim -tabii ki zaman buldukça-.

      O zaman başlayalım!